Bekir Altındal ile Tanışma

Bekir Altındal'ın Âşık Ali Kurt ile Tanışması



 
Halen İstanbul Pendik Kaynarca'da oturan Âşık Ali Kurt'u hem tanımak, hem de onunla âşıklık geleneği hakkında Tokat Kültür Haber Dergisi'ne hazırlayacağım röportaj için ziyaret ettim güneşli bir Şubat günü. Kartal Belediyesi'nde çalışan okul arkadaşım, hemşehrim Mimar Hüseyin PERÇİN'le evine vardığımızda Zile'nin, Tokat'ın, Anadolu'nun misafirperverliği, sıcaklığı ile karşıladılar bizi. Bir Pazar gününü ayırdı bize, Ali Emmi ile oğlu Murtaza Haydar ve aileleri.
Gelininin ikram ettiği kahvelerimizi yudumlarken, yaşayan, âşıklık geleneğinin bir kıymeti, bir değeri ile sohbet etmenin, onu dinlemenin, yüz yıl öncesinden, dedesinden babasına, babasından kendisine nakledilen deyişleri dinlemenin heyecanı sardı bizleri.
Nasıl sarmasın ki, 1937 yılında Zile'ye gelip âşıklar arasında imtihan yapan Muzaffer Sarısözen'den, İ953 yılında Babası Murtaza Kurt'la birlikte Zile'nin Silis Köyü'nde karşılaştıkları Âşık Veysel'den, Nida Tüfekçi’den, Arif Meşhıır'dan, Ümit Kaftancıoğlu'ndan bahsediyor karşınızda duran canlı tarih size. En iyisi bırakalım sözü Zile tâbiriyle bize Zile'yi, sılayı, Zileli’yi hatırlatan güzel şivesiyle Âşık Ali Emmi’ye.

Âşık Kâtibî, Oğlu Âşık Murtaza

Bizim kökenimiz Malatya'nın Akçadağ'ından gelmiş, Dedem Kâtibî’nin babası Çakırcalı Köyü'ne gelip yerleşmiş. Dedem Kâtibi medresede on iki sene okumuş. Çok âlim ve fazıl birisiymiş. Kâtibî dedem benim doğumumdan altı ay önce ölmüş. Ben 1931 doğumlu olduğuma göre 1930 yılında vefat etmiş. Sonra babam Âşık Murtaza Kurt yetişmiş. Babam 1325 (1908) doğumluydu. 69 yaşında, 1977 yılında vefat etti.

Muzaffer SARISÖZEN’in Zile'de Yaptığı Âşıklar Yarışması

1937 yılında Tokat Vilâyeti âşıklarını Zile'de yarışma için toplamışlar. İlânlar yaptırmışlar, tellâllar çığırtmışlar. Muzaffer SARISÖZEN ve Tokat Vâlisi gelmiş. Yarışma sonunda babam Murtaza Kurt’a karar vermişler. Babam birinci olmuş. Program bittikten sonra Zile’nin ileri gelenleri babamı kucaklamışlar, teşekkür etmişler, 'Zile'mizi yücelttin' diye.
'Hankerî Bey geldi beni kucakladı’ derdi Rahmetli. Muzaffer Sarısözen; "Murtaza seni Radyoevine götüreceğim 125 lira mayış (maaş) ne diyorsun" demiş. Babamın da hali vakti iyi olduğundan ‘gitmem’ demiş. 'Sana söz veriyorum, altı ay sonra 150 kâat yapacağım mayışını' demiş Sarısözen, ama babam gitmemiş. Sonradan babam 'hay vah, bilemedim, sizi de yetiştirirdim, okuyacak zamanlarınızdı' der, pişmanlığını belirtirdi.

Âşık Veysel ile Silis'te Karşılaşma

1953 yılında askere gideceğim. Beni yolcu edecekler. Silis'ten trene bineceğim. Çok kar yağdı. O zamana kadar böyle bir kar yağmamıştı. Çakırcalılı’lar Silis'ten çıkamadılar. Köyden Silis'e geldik. Benim annem Silis'li. Babam ve annem Zile'den pancar parası almışlar. Dayımgildelermiş. Ben oraya gittim. Hal hatır ettik, babamın eline vardım.(elini öptüm).
Orada dediler ki 'Âşık Veysel gelmiş, yanına gidek.' Tren zamanına daha 1 - 2 saat var. Kalktık gittik. Hoş beş, hal hatırdan sonra dediler ki 'Veysel Efendi bunu tanıyor musun bu adamı?' diye babamı sordular. Veysel'le babam hiç görüşmemiş o zamana kadar. Ama babamın ünü çevrede yayılmış o zamana kadar. Çakırcalı’ndan Âşık Murtaza olsa gerek' dedi Veysel.
Millet şöyle bir bakakaldı vaziyete. Veysel öyle deyince babam tekrar vardı, görüştüler. Babam ona 'Veysel Efendi senle biz hiç görüşmedik, teşekkür ederim' dedi. Hal hatırdan sonra cemaat bunları birez gıdıklıyor, bunları atışma şeklinde birbirine takıp dinleyecekler.
Veysel babama 'Âşık şimdi benim çaldığımı belki sen çalaman, senin çaldığını da ben çalamam, bundan hiçbir tad alamazlar. Bu cemaat başımıza birikmiş, sen de çal, ben de çalıyım da bizden bir ilham alsınlar, dedi. Çaldılar, çığırdılar. Oradan kalktık beni yolcu ettiler. Bir de ben Sivas'ta çalışmakta iken arkadaşlarla kalkıp hastaneye gidip ziyaret ettik Veysel'i. Zaten orada vefat etti, götürdüler.

Âşık Kâtibî'nin El Yazması Kitabına (Cönküne) Ne Oldu?

Dedem Kâtibî'nin özel el yazması büyük bir kitabı varmış. Merzifonlu Gurap Ali derlermiş, keman çalarmış. O da âşığı imiş. Adı Ali idi de Gurap Ali derlerdi. O, babamdan saklı alıp götürmüş köyden. Sonra netice izledik. Ben Merzifon'a gittim. O adam yani Gurap Ali ölmüştü.
Taa dedemin yaşındaydı, yani Kâtibî'nin emsaliydi. Oğlu Haydar'ı buldum. 'Haydar yavrum kitabı ben çektiriyim, yine sana vereyim' dedim. Yemin etti. 'Ali Amca olsa niye vermeyeyim? Sonra eski yazı, bana ne yarayacak' dedi. Bulamadık. Hülâsa Bekir Bey, geçti gitti işte bu kitap. Dedem Kâtibi'nin 10 - 15 deyişini babamdan öğrendim ve yazdım.

Zile Panayırı’nda Âşıklar Kahvesi

1956 senesi olsa gerek. Panayır zamanı Kangal'ın Mamaş Köyü’nden Abidin Güzel, klârnetçi Ali Fırtına ve darbukacıyı getirdim. Onları önceden tanıyordum. Abidin'in sazı birez kısaydı emme elini sese uydurur, güzel çağırırdı. Zile'de Çekerek Caddesi’nde, eski garaja varmadan karşı sırada Faruk'un kayfe vardı. Orayı kiraladım. Zile Paneyiri (panayır) eskiden müthiş olur, çadırlar dolardı.
Biz programa başlayınca millet paneyire çadırlara gitmiyor, kapı, baca, caddeler doluyor. Sonra çadırlar bizi şikayet etmiş komisere. ‘Biz o kadar para yatırdık Belediye'ye, bunlar geldiler bizim ekmeğimize mâni oldular, bize kimse gelmiyor.’ diye. Komiser de onlara 'Onlar da para yatırdılar, ne yapalım, demek ki onlar sizden üstün ki kimse gelmiyor.’ demiş. Sekiz gün her aksanı çaldık, çığırdık.

Ankara Radyosu'nda Muzaffer SARISÖZEN'e Gidiş

Ankara'ya hiç gitmemiştim. Sungurlu'nun Kamışlı Köyü’nden arkadaşım vardı, ona gittim. O bana Ankara'dan bir adres verdi. Filânca gün oraya gel dedi. Adrese gittim. Sazı da götürdüm. Adam beni bırakmadı. Ertesi günü arkadaşım Mehmet geldi. 1960 ihtilâli yeni olmuştu. Arkadaşım bana kılavuzluk yapıyor. Radyoevine gittik sabah saat dokuzda. Sarısözen'in 'Bana Murtaza Kurt değil çırağının çırağı gelse yeter' dediğini duymuştum.
Neyse Muzaffer SARISÖZEN'in odasına girdik. Ufak bir odası var. Ben dedim ki; 'Muzaffer Bey, ben Tokat'ın Zile Kazası'ndan Çakırcalı Köyü’nden Âşık Murtaza Kurt'un oğluyum.' Ben öyle diyince hemen yerinden kalktı, raflardaki arşiv belgelerine baktı, aradan yirmi üç sene geçmiş, hatırladı babamı; 'Babanı buraya getirecektim, gelmedi' dedi. Aradan çok zaman geçtiğinden babamın saz çalışı da değişmişti. Önceden Kâtibî makamı ile çalıyorken, sonradan Âşık Revanî ile Âşık Suzanî'de yetişti.
Bana dedi ki 'Aliciğim, bana bir iki makam vurur musun?' İki üç makamı deyişiyle çaldım. Dedim ki; 'Muzaffer Bey beni mahallî sanatçı olarak misafir eden mi? Bana saz çaldıracak mısın Radyoevinde?' Ellerini şöyle havaya kaldırdı; 'Aliciğim çok zamansız geldin.' dedi. 'Niye?' dedim. 'İnkılâpta hükûmetin devrilmesiyle Ankara içine yayın yasak, bak jandarmayla, polisle etrafımız sarılı, yarın Ulus'a Postane'ye gel, senle bir anlaşak.' dedi. Baktım çaldırmadı, daha da gitmedim ertesi günü. Cahillik işte, insan da ecük tahsil olacak, ileriyi görecek. Adam seni tuttu, böyle bırakmayacak, ama radyo yasak.

Halk Müziği Sanatçısı Arif Meşhur'un Gelişi: Âşığın Deyişleri Artık Radyolarda!

TRT Sanatçısı Arif MEŞHUR Zile'den köyümüze Çakırcalı'ya babamın yanına gider 1970'lerde. Benim haberim yok. Babam o zaman yaşlanmış, benim şimdiki durumumdaydı. Benim şu sol kolumda uyuşma var, çalamamış, demiş ki; 'Yavrum, eğer kaset alacaksan, Sivas'ta benim oğlum var, git beni söyle, ondan al.' Bir gün Sivas'a yanıma geldi. Dedi ki; 'Çakırcalı'dan geliyorum, Murtaza Hoca’mın selâmı var, gözlerinden öpüyor.'
Buna, dört beş makam vurdum, deyişiyle, müziği ile beraber. Aldı götürdü. Radyoda dinliyorum, kendi adını söylüyor, benim adımın eseri yok. O zaman telefon kısa, evlerde yok. Ona bir mektup yazdım; seni mahkemeye veririm diye. Ondan sonra Ali Kurt'tan derleme diyerek söylemeye başladı. Bana gösterdiğiniz TRT repertuarındaki;
  • Derdinden Deli Oldum İnan Vallahi,
  • Güzel Seni Sevdim Anca Dünyada,
  • Abdal Olsam Şallar Giysem Ağnime,
  • Yaz Bahar Ayında Geleyim Dedim
isimli deyişler o zaman Arif Meşhur'a verdiğim ve çaldığım deyişlerdir. Repertuarda 'yöre ekibinden' derlendiği yazılı olan <Ezel Bahar Geldi> deyişini de çalmıştım. Bizim o yörelerde söylenir. TRT repertuarındaki <Aşıp Aşıp Karlı Dağları Gelirsin> deyişi, alınan kaynak kişi Sadık Keşan Silis'lidir, tanırım. Âşık değildir. Zileli Müzisyen Halil Bey'in ismini işittim, ama hiç görüşmek nasip olmadı. Sadık Doğanay'la bir konser yaptığımız zaman Zile'de Çukurpınar'da İbrahimoğlu’nda görüşmüştük hatırladığım kadarıyla.

TRT'de Sınav

Sivas'ta Karayolları’nda geçici işçi statüsünde çalışıyordum. Bir yıl önce kadroya geçirdiler. 1978 yılında TRT'ye imtihana başvurdum. Mustafa GECEYATMAZ'ın bürosuna gittim. Sabah dokuzda stüdyoda bulunacaksınız dediler. Gittim. O zaman Arif Meşhur da var orada. Dört makam çaldım, deyişiyle birlikte. Gelecek Cuma günü gelin dediler. Sivas'a yazı da geldi, ama oraya da gitmedim.

TRT'den Ümit KAFTANCIOĞLU'nun Sivas'a Gelişi, Âşık'ın İstanbul Radyosu Ziyareti

İstanbul TRT'den Ümit Kaftancıoğlu 12 Eylül öncesi bir gün Karayolları’nın arabasına binmiş, gelip beni buldu Sivas'ta. Birisi getirdi. 'Ali Amca, ben İstanbul TRT'den Ümit Kaftancıoğlu'yum, senden bir kaset rica ediyorum, Arif Meşhur'a verdin' dedi. 'Ben vermem daha' dedim. 'Niye?'dedi. 'Kaset veriyoruz, deyiş söylüyoruz, adamlar adımızı bile anmıyor' dedim. 'Yok Ali Amca Ben İstanbul Radyoevinde yöneticiyim, ne yapsam senin namına yapacağım.' dedi. O zamanlar anarşi var. Misafirhane tehlikeli. Bir gece misafir ettim. Biraz da soğuk davrandım, yalan yok. Bir kaset doldurdum. Sabahnan gitti. Ondan bir sene sonra mı ne İstanbul'a gezmeye gittim.
Kocamustafapaşa'da akrabalar vardı. Dedim ki 'Bacanak, şu Ümit Kaftancıoğlu'na bi gidelim.' Taksim'den Elmadağ'a Radyoevine gittik. İçeri girdik, anons yaptırdık. Aşağı yanımıza iner inmez 'Vayy! Ali Amca sen buraya gelir miydin' diye koşarak gelip beni kucakladı. Bekir Bey, öyle bir mahcup oldum ki, sorma gitsin. Sivas'ta soğuk davranmıştım. İki dakika izin almış. Kendi selâhiyeti dahilinde yayın yapıyor diye hakkında dava açmışlar. Benden çektiği kasetleri her Cuma saat 9 - 10 arası yayınlamıştı.
Ona hangi deyişleri okuduğumu şimdi unuttum. Dedi ki; 'Ali Amca on dakikam kaldı, hakkımda toplantı var, bana müsaade et.' Ömer Akpınar ile Nida Tüfekçi orada oturuyormuş, oraya girdik. 'Hoş geldin Âşık’ dediler. Hoş beş, bir de cigara buhranı vardı ya. Onlara birer cigara ikram ettim. 'Cigaranı tüketme' dedi Nida Bey. Neyse beni hemen stüdyoya aldılar. Daha sonra Ümit Kaftancıoğlu geldi.
Kasetin bir yüzünü de orada doldurdum. 'Ali Amca seni plâk şirketlerine götüreyim, Alkış Programı’nda, televizyonda yer ayırttırayım' dedi. 'Umut Bey Bacanağın evinde çok kaldım, utanıyorum. Bir ay sonra geleceğim nasip olursa, o zaman yapalım.' dedim Oradan Allahaısmarladık dedik, gittik. Ben Sivas'a geldim. Aradan bir hafta geçmeden arabasına bomba koymuşlar, kurtulamamış.

Derdinden Deli Oldum Deyişindeki Veli Abdal Kim?

Veli Abdal, Âşık Veli'dir. Hamdullah Efendi’mizin âşığı, kamberidir, Nereye giderse yanındadır. İyi bir âşıktır. Rahmetli babamdan işittim. 'Âşık Veli' demiş Hamdullah Efendi’miz; 'Sırrı aşikâreye çıkarttın' demiş. Âşık Veli Hamdullah Efendi’mizin kerametini söylemeye başlamış deyişlerinde. 'Seni çama sıktırırım, sırrı aşikâreye çıkarma' demiş. Bir keramet ehli kerametini söyler de, kendinden varlık görürse o keramet gider orda kalmaz. Neticede Âşık Veli çam ağacının altında otururken ruhu teslim etmiş. Yine Hamdullah Efendi’mizin dediği gibi olmuş.
Âşık Ali Emmi'nin Arif Meşhur Hoca'ya okuduğu ve TRT repertuarında kayıtlı, bir deyiş klâsiği olan 'Derdinden Deli Oldum İnan Vallahi' isimli Veli Abdal deyişinin sözlerini vermeden geçemeyeceğim sevgili okuyucular;

Derdinden del-oldum inan vallahi
Ne yaman mestane bakar gözlerin
Derdi veren dermanını vermez mi?
Abu revan olmuş akar gözlerin.

Gâhı şadı hürrem gâhı bu gönül gamda
Sen güler oynarsın hep dertler bende
Zöhre yıldızının nişanı sende
Korkarım cihanı yakar gözlerin

Gönül bir sultandır Kâbe'yi yıkma
Tığı gamzeleri sineme çakma
Mevlâ'yı seversen hışmınan bakma
Bir gün Vel-Abdal'ı yakar gözlerin.

Derdi verenin dermanını da vereceğini söyleyen âşık, insanın, insan gönlünün yüceliği ile gönül yıkmanın ne olduğunu, bütün âşıkların insana bakışını çok güzel anlatmakta bizlere.
Sevdiğine, sevdiklerine, inandıklarına, bağlandıklarına ulaşamayanlar, kavuşamayanlar; sevdalarını, duygularını, dertlerini söyleyemeyenler. Sanki Veli Abdal sizin için söylemiş 'Yaz Bahar Ayında Geleyim Dedim' isimli deyişinde:
Selâm ister Beytullahın yollan
Dağlar kardır aşamadım belleri
Al yanakta kırmızı gülleri
Deremedim gül yüzlü yâr küstün mü?

Velim eydür işim gücüm zar idi
Beni bu sevdaya salan yâr idi
Konuşmaya çok müşküller var idi
Soramadım gül yüzlü yâr küstün mü?

Âşık Ankara'ya gurbete gider. Gurbete ikinci çıkışıdır bu. Sıla hasreti başlar uzun gurbet akşamları. Köyü Çakırcalı, anası, babası, çoluğu çocuğu, Deveci Dağı'nın kar, boran başı çıkmaz aklından. Bu hasretle alır sazı eline, vurur tellere bir Ankara akşamında;

Azimettin mi gine bizim ellere
Bir nâme yazayım dur seher yeli
Sür yüzünü pederimin hâkine
Bir nâme yazayım dur seher yeli

Yaz mı sandın gurbetin kışını
Ağlattın mı yârenini eşini
Validemin gözlerinin yaşını
Bir nâme yazayım dur seher yeli

Yine duman çökmüş bizim ellere
Kar mı yağmış DEVECÎ'nin bellere
Yâr düşürdü beni gurbet ellere
Bir nâme yazayım dur seher yeli

Ali Kurt'um niye feryat edersin
Arzumanın mı kaldı gül yüzlü yârda
Leylâ'sın yitirmiş Mecnun'a döndün
Bir nâme yazayım dur seher yeli.

Âşık Sivas'ta çalışmaktadır. Bahara doğru köyü Çakırcalı'ya gelmek ister. Kar, boran vardır o günlerde. Şöyle anlatır :
"Köyde kurbanımızı keseriz, komşuynan helalleşiriz, ertesi sene 'Oğlum Haydar işini ayarla da gidelim Zile'ye köyümüze, şu kurbanımızı kesek, konuyla komşuyla halelleşek.' Dedi ki, 'Hele havalar biraz düzelsin, o zaman gideriz. Geçen sene gittik, köye çıkana kadar ne çektik,' Sağolsun Silis'ten yardımcı oldular, kimi motoru koştu, kimi sıyırgıyı koştu, yolu açtılar köye kadar. 'Ecük havalar ısınsın, kar kalksın, bahar gelsin, öyle gidek.' dedi."
Âşık sevdalıdır Çakırcalı'ya, toprağına, sılasına. Nasıl sevdalanmasın? Silis Boğazı'nın yamaçlarında yüksekte kurulan Köyü Çakırcalı'da Kâtibî'nin, Murtaza Kurt'un sazının, deyişlerinin sesi yankılanmıştır Deveci Dağı'nın doruklarına doğru bir zamanlar. Sazım alır eline, yumar gözlerini, hayalini canlandırır. Çakırcalı'nın, yaylalarının, Hoca Bedenî'nin, Deveci Dağı'nın, Yukarı Pınar'ın;

Gelmedi ki yaylalara taşmak
Toplanıp da bir arada konuşak
Sen köyüne ben köyüme kavuşak
Yolcu gardaş, git Mevlâ'yı seversen

Gine kırcalandı dağların başı
Durmayıp akıyor gözümün yaşı
Sorun vefasıza kimin yoldaşı
Yolcu kardeş sor Mevlâ'yı seversen

Karabulut çöktü mü DEVECİ'nin başına
Merhamet et gözlerimin yaşına
Deli poyrazı gönderir mi peşine
Yolcu kardeş git Mevlâ'yı seversen.

Yukarı Pınar'ı lâle, sümbül bürümüş
Hoca Bedeni'ne çayır çimen yürümüş
DEVECİ'de kar kalmamış erimiş
Ali Kurt'um git Mevlâ'yı seversen.

Zile'mize, dolayısıyla Tokat'ımıza çok güzel deyişler kazandıran, biri Hak'ın rahmetine kavuşan, diğeri aramızda yaşayan iki âşığı tanıtmaya çalıştık sizlere. İkisi de hak ettiği değeri göremedi, kıymetleri bilinemedi. Böyle kaç usta âşık kaldı aramızda?
Dileriz ki İstanbul – Pendik, Kaynarca'da oturan Âşık Ali Kurt'un hikâyesi ile Âşık Sadık Doğanay'ın ölümünün 25. yıldönümü olan bu günlerde, bu satırları okuyan Tokatlı, Zileli, Turhallı ve diğer ilçeler doğumlu olup, memleketimizden, yöremizden yetişerek bu günlere gelmiş sanatçılarımız da bu büyük ustaların, âşıkların eserlerinden okuyarak, onurlandırsınlar onları.
Bugünün ve şöhretin zirvelerinde dolaşanlardan, bu ustalarına saygı gösterenlere, yarın peşlerinden yetişen genç kuşak sanatçılar da saygı gösterecektir elbet. Bizler, bütün Tokatlılar, aralarından bin bir meşakkat ve çilelerle yetişerek bu günlere gelen sanatçılarını, ÇEKÜL Vakfı Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen Hoca'mın deyişiyle 'doğduğu yerlerin coğrafyasını ve büyüklüğünü', insanını unutmayan değerlerini bağrına basacaktır her zaman. Yeter ki unutulmuşluğun acısını yaşamasın insanımız.
Âşık Sadık Doğanay'a ölümünün yirmi beşinci yılında Allah'tan rahmet, Âşık Ali Kurt'a sağlıklı uzun ömürler niyaz ediyorum. Dileğimiz odur ki yıllarca hatırlansın her iki ustanın eserleri, deyişleri.
Konu komşusuna kavuştuğu, kurbanların kesildiği, dağ menekşelerinin karlar arasından çıktığı, koyunun kuzuya karıştığı, Deveci Dağı'ndan esen deli Poyraz’ın yüzünü üşüttüğü nice bahar aylarında; Çakırcalı Köyü'ndeki evinin penceresinden, Yukarı Pınar'dan, Hoca Bedenî'nden, Deveci Dağları'nın kar, boran dumanlı başını seyrederken, aldığı ilhamla pek çok deyiş söylesin bize Ali Emmi. Söylesin de sizlere ulaştıralım sevda yüklü, insan sevgisi ile örülmüş mısralarını.
                                                          Bekir Altındal
                                                      Araştırmacı - Yazar - Başmüfettiş
(TOKAT Kültür Haber Dergisi - Yıl : 3, Sayı : 15, Nisan - Mayıs 2004, sh. 26 - 30'da



 
HABERLER
 
 
sayaç2
 
sayaç3
 
 
 
Toplam 37290 ziyaretçi (79459 klik) kişi bu siteyi ziyaret etti
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol