Âşık Murtaza Kurt'un Hayatı



Âşık Murtaza Kurt'un Hayatı

Murtaza Kurt, 1909 yılında Tokat’a bağlı Zile’nin Çakırçalı köyünde doğdu. Âşık Kâtibi’nin büyük oğludur. Müzik hayatına henüz 10 yaşlarında iken girmiştir.
 
Murtaza’nın babası, bir dönemler hiç istememesine rağmen devletin zoru ile, Zile’ye bağlı bir nahiyede nahiye müdürlüğüne atanmıştır. Babasının ozan olması hasabiyle evinde ufak birde bağlaması vardır. Murtaza belli bir yaştan sonra neredeyse genel ihtiyaçlarının dışında kalan olanca gününü bağlama ile geçirmektedir. Murtaza, 20 yaşında gençlik çağını yaşarken, diğer taraftan da askere gitmek içinde, gün saymaktadır. Artık iyi bir bağlama ustası olmuştur. Bağlamayı öğrenmesinde babası Ali’nin (Kâtibi) katkısı oldukça fazladır.
 
O tarihlerde köyünde okul olmadığı için, okuyup yazmasını babasından öğrenmiştir. Murtaza babası Kâtibi kadar şanslı değildir. Kâtibi sürekli baskılara maruz kaldığı için, çocuklarının da bugibi baskılarla karşılaşmaması için onları okula göndermemiştir. Murtaza okuyup yazmasını babasından öğrendigi için, türkü, deyiş ve duaz repertuarını, gerek evlerine gelen konuklardan, gerekse çeşitli kaynaklardan yararlanarak dahada artmasını sağlamıştır. Bağlama çalıp türkü ve deyişler okuması, askerliğinin daha rahat geçmesine de vesile olmuştur. Murtaza askere gitmeden önce nişanlanır. Nişanlılık dönemi çok uzun sürmez. Askerliğinin bitiminden kısa bir süre sonrada görkemli bir düğünle evlenir. Baba Ali’nin maddi durumu çok iyidir. Çiftçilik ve besicilikle ilgili işlerin yürütülebilmesi için yeteri kadar çalışan bulunduğundan, Murtaza’nın çalışmasına hiç ihtiyaç duyulmamıştır. Her gün kendi âleminde, her gün ayrı bir yerde, saz çalıp türküler söyleyerek zamanını geçirmektedir. Murtaza’nın bu renkli hayatı yaklaşık 30–35 yaşlarına kadar böyle devam etmiştir.
 
Baba Kâtibinin Hakka yürümesi üzerine kardeşinden ayrılan Murtaza’nın ailevi sorumlulukları bir hayli artmıştır. Çocukluğundan babasının Hakka yürüdüğü tarihe kadar ki yaşadığı o rahatlığı ve sazla olan beraberliğini artık işine gücüne ayırmaya başlamıştır. Gençliğinde olduğu gibi, saza söze ayıracak fazla zamanı yoktur. Artık çoluk çocuk sahibi, yetişkin bir ev reisidir. Bu evlilikten 4 ü erkek 2 si kız olmak üzere toplam 6 çocuğu olmuştur.
 
Babasının Hakka yürümesinden sonra Murtaza’nın ailevi sorumluluk üstlenmesi ve işlerininde bir hayli fazla olması onun sazdan ve sözden bir hayli uzak kalmasına neden olmuştur. Osmanlının ve Sünni toplumunun baskısı altındaki Aleviler ibadetlerini genellikle kış aylarında, işin gücün olmadığı ya da az olduğu dönemlerde yapmaktadırlar. Alevi toplumu bu geleneğini bugün bile aynı şekilde devam ettirmektedir. Kış mevsiminde Dedelerin gelmesiyle, çevre köylerde Murtaza’dan başka tarikat aşığı olmadığı için, devamlı olarak cemlerdeki zakirliği de kendisi yaparmış. Köye gelen dedeler, genellikle kendisine misafir oldukları için, dedelerden edindiği deyiş ve duazların yanı sıra, bilgisinin de artırmasını sağlıyordu.
 
40 yaşlarına geldiğinde, Sivas’a bağlı Kangal ın eski adıyla Mamaş Köyünden Suzani, Revani ve Fahri gibi âşıklarla tanışır. Bu Üç ozanında Bağlama çalmalarındaki ustalıklarına hiç diyecek yoktur. Üçünde birer bağlama virtözü olduğu bilinmektedir. Aynı zamanda onlarında Murtaza gibi, Şah İbrahim ocağına bağlı olmaları dostluklarının daha da artmasını sağlamıştır. Revani (Şah İbrahim’i Veli) ocağı dedesidir. O tarihlerde kurulan dostluk hâlâ bu gün o sıcaklığını devam ettirmektedir.
 
Murtaza’nın bu üç çınarla tanışması bağlamada telafi edilmesi gereken eksikliklerin giderilmesinede vesile olmuştur. Artık iyi bir bağlama ustasıdır. Yaklaşık 45 yaşlarına geldiğinde iki üç bini geçkin deyiş ve duazın hafızasında yazılı olduğunu, bu sayının 60–65 yaşlarına yaklaştığın da ise dört binin üzerine çıktığı ifade edilmektedir.
 
O tarihlerde 14-15 yaşlarında olan torunu Haydar Sivas’ta ikamet etmektedir. Torunu her ne kadar Sivas’ta ikamet etsede, köy ile olan ilişkisini asla kesmemiştir. Haziran ayı içerisinde okullar tatil edildiğinde, olanca tatilini köyde dedesinin yanında geçirdiğini anlatmaktadır. Dedesi Hakka yürümeden yaklaşık beş altı yıl kadar önceleri torunu Haydar’a şöyle der:
 
- Senin yazın çok güzel, birkaç defter alalımda bu deyiş ve duazları bir defterlere kaydet, zaman olur ki bu eserleri ararda bulamazsın der.
 
Torunu, dedesinin bu sözleri üzerine yaklaşık olarak eserlerden ancak 500–600 kadarını yazabilmiştir.
 
- Torunu deyiş, duaz ve türküleri yazarken, eserlerin Arapça, farsça kelimelerle dolu olduğunu, içerik ve anlam olarak bilmediğim o satırların kendisini sıktığını anlatır. Çünkü anlamlarını bilmediğim bu türden cümleleri yazarken hem zorlanıyor, hem de sıkılıyordum der.
 
Dedesi, sıkıldığını anlayan torununa şöyle der.
 
- Sen bunları içinden gelerek yazmak istemiyorsun, yazarken sıkıldığını hissediyorum. Bir gün gelecek bunları arayıp da bulamayacaksın der.
 
Dedesinin bunca ısrarına rağmen, eserlerin tamamını yazamadığını, çok pişman olduğunu, öyle bir fırsatı şu an yakalamış olsam, hiç gece gündüz demeden uykumdan ve zamanımdan fedakârlık yapar onları yine de zevkle yazardım diyerek pişmanlığını anlatır. Ayrıca, Alevi kültürü adına atılması gereken böylesi bir adımı atmaktan da geç kaldığı için üzüntülerini belirtir.
 
Torunu, dedesinin doğaçlama okuyabilecek nitelikte bir ozan olduğunu, her ne hikmetse kendisine ait deyiş ve duazların yok denecek kadar az olduğunu anlatmaktadır. Çalıp, okuduğu eserlerin hepsinin de geçmiş yıllarda yaşamış olan ozanlara ait olduğunu, dedeme ait eserlerin toplamı, bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az demektedir. Dedesine ait olan eserleri ise, hayat hikâyesinden sonra yazılacak olan deyiş ve duazların içerisinde okumak mümkündür.
 
Yıl 1943, TRT nin yeni kurulduğu dönemler. O yıllar TRT ye saz ve ses sanatçıları aranmaktadır. TRT’nin kurucularından, Türk Halk Müziği Müdürü Muzaffer Sarısözen, Türkiye genelinde il il, ilçe ilçe dolaşarak, TRT ye saz ve ses sanatçıları aramaktadır. Sıra Tokat İline geldiğinde, diğer illerde olduğu gibi bir ay öncesinden bütün il, ilçe ve köylerde anonslar yaptırtarak, 15 Mayıs günü Turhal şeker fabrikasında ki yarışmaya ilgilenen bütün sanatçıları davet eder.
 
Turhal Şeker Fabrikasının lokal’inde, halka açık olan yarışmaya katılan sanatçıların fazla oluşu nedeniyle elemeler birkaç gün devam eder. Bu elemeler sonucu Murtaza Kurt, yüzlerce ozan ve sanatçı içerisinde birinci seçilir. Yapılan bu elemeler sonucu, TRT’nin o dönem müzik daire başkanı olan, Muzaffer Sarı Sözen, Murtaza Kurt’la bir görüşme yapar. Görüşme neticesinde aralarında şöyle bir konuşma geçer.
 
- Muzaffer Sarısözen: Murtaza seni TRT’ye saz ve ses sanatçısı olarak almak istiyorum. Buna karşılıkta sana 125 TL. Maaş vereceğim teklifinde bulunur.
 
Muzaffer Sarısözen in, bu teklifine karşılık olarak Murtaza’nın cevabı hayır olur.
 
Murtaza Kurt’un, olumsuz cevabı üzerine, Muzaffer Sarısözen konuşmasın şöyle devam eder.
 
- Sana söz veriyorum altı ay sonra maaşını 150 TL, yapacağım der.
 
Muzaffer Sarısözen’in yaptığı ikinci teklife Murtaza şöyle karşılık verir.
 
- Muzaffer Bey, maaşımı 150 TL değil, 500 TL de yapsan yinede gitmek istemiyorum.
 
Diyerek yapılan bütün teklifleri geri çevirir. Sürekli olumsuz cevaplar alan Sarısözen, belki ikna olur düşüncesi ile, tekrar şöyle der:
 
- Murtaza Bey, bu bir nevi kamu hizmetidir. Bazı şeyler zorunludur. Eğer yapılan bu teklifimi kabul etmez isen seni jandarma zoruyla yine de götürürüm.

Diyerek çok sert çıkışta bulunur. Bu sert çıkış üzerine Murtaza Kurt kesin kararını şöyle açıklar:
 
- Muzaffer Bey kararım kesindir. Afedersiniz beni sürekli tuvalete de jandarma ile gönderecek değilsin ya, tuvaletin penceresinden olsa da yine de kaçarım.
 
Diyerek yapılan bunca teklifleri sürekli reddeder. Aradan yıllar geçer. Muzaffer Sarısözen, kendisini ziyaret eden, Murtaza’nın bir dostuna şöyle der.
 
- Türkiye nin bütün illerini dolaştım, Murtaza Kurt kadar güzel bağlama çalan bir sanatçıya daha rastlamadım. Murtaza Kurt, onca ısrarlarıma rağmen yapmış olduğum hiçbir teklifimi kabul etmedi. Sazına sözüne hâkim, çok iyi bir sanatçı idi. Saz sanatçısı olarak bana Murtaza’nın çırağı dahi olsa yeterdi diye sitemde bulunur.
 
Torunu Haydar, niçin böylesi güzel bir teklifi kabul etmediğini sorduğumda ise cevap olarak şöyle der;
 
- O tarihte zile ve çevresinde durumumuz çok iyi idi. Her yerde hatırımız sayılıyor, sözümüz sohbetimiz dinleniyordu. Gurbetlik nedir bilmiyorduk. İlerisini göremediğimiz için yapılan böylesi güzel bir teklife sıcak bakmadım. Birde Ali Efendinin (Kâtibi) oğlu babasının bunca mülkünü bırakıp, Ankara ya gitti de başkalarına hizmetçilik yapıyor derler düşüncesiyle yapılan teklifi kabul etmedim diye der.
 
Torunu Haydar, Murtaza Kurt ile ilgili düşüncelerini şöyle anlatmaktadır:
 
- Rahmetli dedem gerek dini kültürü, gerekse belleğinde ki deyiş ve duazların çokluğu ile sanki ayaklı bir kütüphane gibiydi. 1970 li yıllardı. Lütfü Doğan isminde birisi, Sivas’ta dedemi ziyarete geldi. Bildiğim kadarıyla CHP den Malatya milletvekili seçilmişti. Malatya’dan tanışıyor olmalılar. En az iki üç saat sohbet ettiler. Artık Lütfü Doğan’ın gitmesi gerekiyordu. Giderkende dedem Murtaza Kurt’a şöyle bir cümle sarfetti:
 
- Sayın Murtaza Bey; sohbetinize doyum olmuyor. Zamanımız elverse de sizinle en azından haftada bir kez sohbet edebilsek.
 
Bu sohbetten sonra, Lütfü Doğan’ın Murtaza Kurt’u ikinci kez ziyaret ettiğini anlatmaktadır.
 
Aradan yıllar geçmiş Murtaza iyice yaşlanmıştı Artık evde onun sorumluluğunu üstlenebilecek gencecik iki de oğlu vardır. Evin her türlü sorumluluğunu iki gence devretmesiyle birlikte, oda tamamen kendisini bağlamasına, deyiş ve duazlarına adamıştır. O yaşta olmasına rağmen halen çok iyi bir hafızaya sahipti. O kadar çok sayıdaki deyiş ve duazları hafızasına nasıl kaydettiğini anlamak hiç mümkün değildir. Hafızasındaki eserlerin hepside, yıllar önce yaşamış olan ozanlara ait olan eserleridir. Murtaza Kurt artık son günlerini yaşamaktadır. 1977 yılı Sonbaharında Hakka yürümesi ile birlikte hafızasındaki binlerce eserle, onlarca müzikte yokolmuştur. Ben burada elimdeki yazılı kaynakların dışında Âşık Ali Kurt’un belleğinde kalan Kâtibi ve diğer ulu halk ozanlarının eserlerini bir araya getirmeğe çalışacağım. Ayrıca bu kitaba ‘Âşık Kâtibi’den toruna’ ismini vermeklede bir bakıma üç kuşağın buluşmasını da sağlamış olacağım. Kitabın isminden de anlaşılacağı gibi, Âşıklık geleneğinin Kâtibiden toruna kadar devam ettiğini görüyoruz. Usta çırak ilişkisi içerisindeki bu geleneğin, kendilerinden sonraki kuşaklara güçlü bir şekilde aktarıldığı çok iyi anlaşılmaktadır. Böylelikle Âşıklık geleneğinde ki usta çırak ilişkisinin ne kadar önemli olduğu da görülmektedir. Değerli okurlar, aşağıya yazmağa çalıştığım yüzlerce eseri mümkün olduğunca hatasız ve kusursuz okurlarına aktarmağa çalışacağım. Ayrıca kısa bir süre içinde olsa internet aracılığı ile siz değerli okurların ilgisine sunacağım. Sizlere ulaştırmağa çalıştığım yüzlerce deyiş, duaz ve türkü formatında yazılmış olan bu eserlerin, Şah Beyiti ve eserdeki bu hataların tarafıma iletilmesi dikkate alınacaktır. Ben bu eserleri yazarken kendi repertuarımın dışında, ikinci şahıslar tarafından ulaştırılan bazı eserler de dikkate alınmıştır.
 
Saygılarımla.
Haydar Kurt

 

 
 

 

Geri Dön

 
HABERLER
 
 
sayaç2
 
sayaç3
 
 
 
Toplam 37930 ziyaretçi (80363 klik) kişi bu siteyi ziyaret etti
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol